Yeni

 

Kalp ve Hale

 

Aşkın Gerçek Değerlendirmesi  

yazan: Swami B.R. Sridhar  s.33

 

 

Hintli tıp otoritelerine göre bedende bulunan hava, safra ve balgam, eterde bulunan ve dünyayı etkileyen üç elemanın hava, ateş ve suyun karşılığıdır. Toprak genelde suyun, su ısının, ısı havanın etkisi altında kalır ve hepsi de eter içerisinde savaş ve çatışma hâlindedirler. Maddesel dünyanın yapısı böyledir. Sonra zihinsel dünya yani zihinsel enerjinin tezahürü vardır: "Bunu istiyorum, onu istemiyorum; bunu seviyorum, onu sevmiyorum." Akıl ise zihne yön verir: "Bunu alma, şunu al." Ama tüm bunlar ahankara, maddesel ego içinde yer alır. Onun üzerinde, iyi ya da kötü her şeyi deneyimleyen ruh vardır. Ona puruşa denir...

 

"Şartlanmış canlı varlığın, yani puruşanın bu dünyada deneyimlediği sevinç ve keder duygularına kendisinin neden olduğu kabul edilmiş bir gerçektir."

 

Madde ve ruh-can arasındaki fark buradan kaynaklanır. Prakrti denilen madde, enerjidir. Oysa ruh, yani puruşa iyi ve kötüyü deneyimler; o iyi ya da kötüyü, keder ya da mutluluğu hisseden kişidir. Kendisine has bir öze, yapıya sahiptir, hissedilen şey ise farklı bir yapıya sahiptir...

"Kuşkusuz bu geçici dünyada her türlü hareket, yönetilen maddesel doğanın, prakrtinin kendine özgü yapısından kaynaklanır. Prakrti neden (duyuların gücü) ve sonucun (maddesel beden) sorumlusudur."

Demek ki burada karşımıza çıkan her türlü eylem, her hareket, her devinim o maddesel enerjiye bağlıdır. Ve her şeyi hisseden, her şeyi bilen, algılayan ise ruhtur. Ruh göze benzer. Olup biten her şeyi gören göze.

Sankhya felsefesinde, sözünü etmekte olduğumuz prakrti-puruşa ilişkisi kör bir adam ile sakat bir adamınkine benzetilir. Sakat bir adam, kör bir adamın sırtına binebilir. Hareket hâlinde olan adam (prakrti) kördür; sakat olan ve onun sırtında olan adam (puruşa) ise görebilen gözlere sahiptir ve yol gösterebilir, rehberlik edebilir. Ruh 'sakattır'; hareket edemez, ancak görebilir. Kör adam ise enerjinin hakimidir, oraya buraya hareket edebilir, taşıyabilir ancak kördür. Yani ruh bilendir, hissedendir, öznel varoluştur, enerji dolu olan taraf ise prakrtidir, güçtür. Öyleyse, güç var ve bilinç var.

 

Kendimizi güce fazla kaptırdık; sadece gücün, enerjinin peşindeyiz, öylesine ki o enerjinin hissedicisi olduğumuzu unuttuk! O 'hissedici' hayret vericidir; eğer kendi benimizi anlamaya çalışsak şaşkına döneriz:" Ah! Bu ne? Ne tür bir yapıya sahibim! bu ölümlü dünya ile alakam yok; Bu ölümlü dünyadan bağımsız olarak yaşayabilirim. Öyle mi?"

 

Daha sonra, bunun da ötesini, yani Yüce Ruhun varlığını da anlayabiliriz. Maddesel dünyada pek çok farklı mekân bulunur: ısı dünyası, su dünyası, hava dünyası. Her şey ince, latif mekândan ağaç, taş gibi daha kaba şeylere doğru gelişmektedir. Maddesel dünyada nasıl bu yöne doğru gelişim varsa, öznel dünyada da bir gelişim vardır ama yukarıya doğru; ruhtan Yüce ruha, Yüce-Yüce ruha doğru gelişim vardır. Gelişim bu türlüdür ve sonsuzdur. Bizler ise tatastha yani sınırsal durumdayız; ruhumuz daha yüksek ve daha düşük arasında, latifle kaba arasında sınırsal konumdadır. Yüksek taraf ebedîdir, sat-cit-anandamdır yani ebedî, bilinçli ve mutludur; burası ise: asat, acit, niranandadır. Asat yani yanıp söner, her an ölür; acit yani bilinçsizdir; ve nirananda yani mutluluk duygusundan yoksundur. Bunlar bu dünyanın ve o dünyanın özellikleridir. Eğer o dünya ile bağlantı kurmak istiyorsak, en üst durumda sonsuz güzellik, aşk ve vecdin varlığından söz edilir. İşte o dünya bize inebilir ve Tanrı'nın kendi aile üyelerinden biri olarak içeriye alınabiliriz. O dünyanın en yüksek Varlığı ile ailenin bir üyesi olarak birlikte yaşayabiliriz! Mahaprabhu bizlere bunun mümkün olduğunu söyledi ama bilgi veya mistik başarılarla değil sadece aşkla. Sevgi ve aşkla Onu öylesine cezbedebiliriz ki Ona çok yakın bir durum olan aile üyeliğine kabul edilebiliriz. Ona bu derece yakınlaşmak mümkündür.