Yeni

 

 

Bilincin Öznel Evrimi - Güzel Tanrı'nın Oyunu

 

Yüzen Deneyim Dünyası s.68

yazan: Swami B.R. Sridhar  

...Birinci Dünya Savaşından önce üniversitede hukuk öğrencisiydim. Son yıl Mr. Stevenson adlı bir profesörün yanında felsefe okudum. Stevenson bir Alman bilim adamıydı ama savaş sırasında Hindistan vatandaşı olmuştu. Verdiği ders ontoloji ve psikolojiydi. Profesör Stevenson’un dili çok yalındı ve tezini kanıtlamak için ince savlar öne sürerdi. Ateizme karşı dört savı vardı, içlerinden birini çok yararlı bulurum: “Her şeyin başlangıç noktası bilinçtir.” Söylediğiniz her şey bilinç gerektirir. Herhangi bir ifade, bilinç gerektirir.

    Eğer fosili incelersek ne görürüz? Siyahtır, serttir, belli bir kokuya, bazı özelliklere sahiptir, peki ama nedir bunlar? Bunlar bilincin değişik aşamalarıdır. Bilincin yardımı olmadan iddiada bulunmak olanaksızdır. Hiçbir iddia öne sürülemez. Bir kişi fosilin en ilkel madde olduğunu söyleyebilir ama fosil ne anlama gelir? Bir miktar renk, duyu, sertlik, tad ; ama geri plan bilinçtir.

    Her şey analiz edildikten sonra bunun bir fikir, bir düşünce olduğunu anlayacağız. Berkeley’in teorisi budur. Her şey bilinç okyanusunda bir fikirdir. Buzdağı tuzlu okyanusta nasıl yüzerse, fosil de bilinçli okyanusta öyle yüzer. Aslında her şey, öne sürdüğümüz her şey, deneyim dünyamızda var olan her şey, bilinç okyanusunda bir buzdağı gibi yüzüyor. Bu nokta asla çürütülemez.

    Ben bunun deneyimini şahsen yaşadım. Yirmi üç yaşındayken dünyaya karşı derin ve doğal bir kayıtsızlığım vardı. O dönemde, bilincin gerçekliği ile ilgili bir deneyim yaşadım. Kaymak süt üzerinde nasıl yüzerse, maddesel dünyanın da bilinç üzerinde öyle yüzdüğünü hissettim. Bilincin gerçekliği, bizim şu anki deneyimlerimizin gözle görünen gerçekliklerinden çok daha derindir. Deneyim dünyası sütte yani zihinde yüzen kaymak gibidir. Fiziksel dünya, zihin dünyasında yüzen gerçeğin sadece görünen kısmıdır. Bunu ben kendim hissettim. Çok fazla miktarda süt olduğu zaman, sütün üzerinde yüzen ve sütü kaplayan kaymak belli belirsizdir. Aynı bunun gibi, bu fiziksel dünyanın, gerçeğin yalnızca belli belirsiz bir parçası olduğunu ve şu anda geri planda olan ince süptil dünyanın ise çok daha geniş olduğunu o dönemde hissedebildim. Zihinsel dünya uçsuz bucaksız bir gerçekliktir, fiziksel dünya ise o zihinsel dünya üzerindeki küçük bir örtüdür.

    Gözle, kulakla, dille, burunla, deriyle – dış duyulardan herhangi birisiyle – algılanan her şey yalnızca gerçekliğin üzerini örten örtüdür. Srimad-Bhagavatam’da Prahlada Maharaj der ki, na te viduh svartha-gatim hi visnum, durasya ye bahir-artha-maninah. Bizler gerçekliğin örtüsüne çok fazla değer veriyoruz, bizler zihnimizi dış örtüye adıyoruz – bahir-artha-maninah – ama ebedi öze derinlemesine dalmıyoruz. Eğer gerçeğe dalacak olsak, orada Visnu’yu bulacağız. En huzur verici öz içtedir ama örtülüdür; aynı sütün kaymakla örtülü olduğu gibi. Bizler ise o örtüyü çok fazla önemsiyoruz. Gerçek öz içeridedir; nasıl ki meyve kabuğuyla örtülüdür aynen öyle. Şu anda deneyimlediğimiz örtüdür, kabuktur ve bunu çok fazla önemsiyoruz, kabuğun koruduğu asıl özü ise göz ardı ediyoruz.

    Gerçeği arayışta ilk adım bu kabuğu delmek ve içteki bileni bulmaktır. Ardından çözümlememize başlarız. O nedir? O atomik toz zerresi gibi bir atom mudur? Yoksa bilinç boyutunda fantastik bir atom mudur? İlk başta gerçekliğe bu türlü yaklaşmalıyız. Ortada bilen ve bilinmeyen, sorgulayan ve sorgulanan vardır.

    Kendinizi bulmaya çalışın. Sonra zamanla, ruh olduğunuzu, içteki bilinç zerresi olduğunuzu anlayacaksınız. Ve siz nasıl maddeyle örtülü ruh can iseniz, bütün dünya da aynen öyledir; içteki ruhani gerçek örtülüdür. Kendinizin ruh can olduğunuzu fark edince her şeyin bilincin bir parçası olduğunu görebileceksiniz. Bilinç dünyasının içinde değişik türden deneyim dünyaları yüzer. Deniz, güneş, ay, ağaçlar, taşlar, insanlar, dostlarımız, düşmanlarımız hepsi de bilincin içinde yüzerler. Ruhani boyuta yaklaştıkça onun kendi gerçek özümüze daha yakın olduğunu göreceğiz. Ve böylece maddenin çok ama çok uzakta olduğunu, oysa ruhun yakın olduğunu anlayacağız.

    Gerçeği bu doğrultuda idrak etmeye çalışın. Ruh, ruh can, bilinç, ruha daha yakındır ve siz de o toprağın çocuğusunuz. Madde çok ama çok uzaktadır. Oysa engelleyici boyutlar birbirlerine óylesine yakındırlar ki ruhani gerçeğin yapısını görmeyiz. Elinizi gözlerinizin üzerine kapattığınız zaman elinizi göremezsiniz, aynı onun gibi. Ama eğer el sadece otuz santim ötedeyse onu çok net görebiliriz. Bazen çok yakın olan şeyi göremeyiz. Pek çok şeyi görebilirim ama kendimi göremem.

    Budistler ve diğer ateistler bilincin maddesel birşey olduğunu iddia etseler de ben hiçbir şey maddesel değildir diyorum. Bilincin maddeden kaynaklanıp kaynaklanmadığı sorusuna cevap verecek olsam, o zaman hiçbir şeyin maddesel olmadığını söylerdim. Hissettiğimiz her şey yalnızca bilincin bir parçasıdır. Her şey bir düşüncedir, fikirdir: taş, ağaç, ev, beden - hepsi düşüncedir. Bilinç boyutu bize idrakimizin ötesinde yakındır. Ve belli bir nesne olarak gösterilen ise çok uzaktadır. Bizler sadece düşüncelerle uğraşmaktayız. Bunun dışına çıkamıyoruz. Deneyimimizin kapsamında olan her şey zihnimizin bir parçasıdır...